27 Nisan 2011 Çarşamba

Bak arkadaşım,

Bişeyin olmasını çok istiyosan, hemen bırak. Bırak! Asla gerçekleşmez.Sen onu istediğin için asla gerçekleşmeyecek, biliyorsun. Ne zaman sen onu unutursun, o sana gelir. Çünkü peşini bıraktın. Ve o, bundan hiç hoşlanmadı.
Evet, yalnız değilsin dostum.
İstediğimiz şeylerin ruhsal dünyasını tanımlamak istedim.Yazdım, sildim.Olmadı. Bunun sebebi çoğunun ruhsal dünyasının olmaması. Hatta bazılarının bir ruhu bile yok. Olsa da, yok işte. Tam burada devreye sen giriyosun. O şeye, ruhu veren sensin. Sen, anahtarsın. Her şey sende başlayıp sende biter. Ya bırakırsın ya da devam edersin.

Yine Küçük İskender’den bi alıntı;
“Beklemekte olduğun şey, ancak onu beklemeyi unuttuğunda gerçekleşir. Bu, evrenin; 'sen bakarken soyunamıyorum' deme şeklidir.”

Yani diyorum ki; siktir et! Bırak, o sana gelsin.
Şimdi, bu yazıyı 123456 arkadaşına gönder, dileğin gerçekleşsin. (%100 çalışıyor. Ben denedim, gerçekten işe yarıyor. Artık hayatım daha az boktan.)

21 Mart 2011 Pazartesi

Sen git bi dolaş

İnsanı hep en yakını mı çok acıtır yoksa hiç umursamadığı mı?
Şahsen ben hep en yakınımdan yedim zılgıtı. En yakınımdakiler, umursamadıklarım oldu sonra. Onların yerini yeni ‘en yakınımdakiler’ aldı. ‘Umursamadıklarım’ olma sırası onlarda sanırım.
Ama her insan aynı değil di mi? Belki de ‘umursamadığım’ ismi onların üzerine hiç yakışmayacak, o’na yakıştığı kadar. Adeta mağaza vitrinindeki mankenler gibiydi.Mükemmel! Ben o’na güzel sıfatlar dikerken, o ısrarla rüküş olmayı seçti. Sonra birden geri dönüşüm için toplanan plastik atığa dönüştü. Daha sonra fark ettim ki aslında hep öyleymiş. Benim o’na biçtiğim değer sadece bir süreliğine aslını görmemi engellemiş. Güvenimi kırmış, sevgimi suistimal etmiş. En kötüsü bir daha asla kapanmayacak yaralar bırakmış ruhumda.
Özleyip özlenmenin artık hiçbir önemi yok. Küçük İskender, “Üvey Arkadaş” şiirinde  ne güzel demiş:

“…
Bu gece alkolle sabahla; ona de ki: Ben kanıma kırmızı rengi veren kişiyi kaybettim. 

Bu gece hüzünle sabahla; ona de ki: Ben bedendeki mıknatısın büyüsünü bozdum. 

Bu gece iğrenç bir korku filmiyle sabahla; ona de ki: Kabuslarımın orta yerindeki tek güzel mabedin kapısına sıçtım. 

Bu gece imla kurallarına uyulmuş edebi bir intihar mektubu ile sabahla; ona de ki: Farkındayım, ölsem, cesedimi gerçekten teşhis edebilecek tek insan odur; ceset de olsam, hainim hâlâ. 


Ne mutlu sana!”

16 Mart 2011 Çarşamba

ben şarkımı buldum!

"...
comment dit-on bonjour
je ne sais plus
le parfum des beaux jours
je le sens plus
comment fait-on l'amour
si j'avais su
j'ai tout oublié quand tu m'as oublié
les mots doux de velours
je n'écris plus
et le sens de l'humour
je l'ai perdu
comment faire l'amour
si j'avais su
j'ai tout oublié quand tu m'as oublié."



Marc Lavoine & Christina Marocco - J'ai Tout Oublié

15 Mart 2011 Salı

yaz mı gelmiş ne gelmiş?

Açıkça söylüyorum yazdan nefret ederim. Ben kış insanıyım abi.Dışarı çıktığımda o soğuğu iliklerimde hissetmek isterim. Bu arada kışın en güzel ayında doğdum. Belki de bu kadar sevmemin asıl sebebi budur.
E tabi şimdi yaz geldi. Tatilde nereye gidicez, aman kilo vermem lazım,  ayy cart curt pırt falan boşuna stres. Sanki çok az derdim varmış gibi. Ama tabiat ana candır. Ona karşı boynumuz kıldan ince. O  yüzden bu sene yazla barışık olmaya karar verdim. 2 gündür böyle havalar baya bi sıcak ya hani, e ben de bunu değerlendireyim dedim. Sürekli bahçedeyim. Beni içeri sokabilene helal olsun. Hatta bu yazıyı bile bahçede, güneşin altında yazıyorum. Yani demek istediğim ehh..kemküm yaz seni sevmiyorum ama özlemişim be dostum. İyi ki geldin.

14 Mart 2011 Pazartesi

Devoir

Fransız Kültür'ün bi yarışması varmış. Bizim hocalarda tutturdu illa katılın diye. Şimdi olay şu, sana 10 tane fransızca kelime veriyolar (benim kelimelerim: şölen,halat,tel,ağ,koro,uyum,suç ortağı,el,güler yüzlü,falan filan.) yazısını yazacağın konuyu kendin belirliyosun. Bu kelimelerle istersen şiir yaz, istersen şarkı yaz vs vs. Ben kolaya kaçıp kompozisyon yazdım abi. Ha bi de sınavda bu komposizyonu yazmamızı istediler. E haliyle ben kendi yazımı ezberleyemeyince sınavda çok pis g.te geldim. Neyse işte ben bu yazıyı önce Türkçe yazdım sonra İngilizce'ye çevirdim, daha sonra Fransızca'ya çevirdim. Fakat Fransızca konusunda batırdığımı düşündüğümden buraya sadece Türkçe'sini koyucam. Okuyan arkadaşlarım hayran kaldı, umarın sen de seversin.

"Bir topluluk düşün.Kişilerinin birbirine bir halatla bağlı olduğu..Yani zorunlu olarak birlikte olan kişiler.
Mesela bir koro.Kişiler her ne kadar birbirlerinden farklı olsalarda  koro olmanın bilincinde, her zaman bir uyum içindedirler.Uyum, yardımseverliği yardımseverlik ise beraberinde güler yüzlülüğü getirir.En sonunda ortaya harika bir iş çıkar. Ve koromuz şölenden alnının akıyla çıktı.
İşte bu hayattır.Hayatındaki bir çok insanla bir halatla bağlısın.Ama sen akıllı ve bilinçli bir insansın bu nedenle diğerleriyle uyum içindesin.Olması gerektiği gibi.Böylece bir çok suç ortağına sahipsin.Sanki 3. bir elinmiş gibi.Bazen senin onlardan farklı olmanı umursamayıp, içine etrafına tellerden bir çit örerek seni korumaya çalışan insanlar.İşte tam olarak bunlara sahip oluşundur koro. Ve sen hayatını bir şölene çevirmeyi başardın.Aferin sana."


31 Ekim 2010 Pazar

İlk yazımın adı "Monologcan"

Her şeyi göze aldım.Artık hayatı sevmeye hazırım.Biliyorum bu çok zor ama ben..Ben ne?
Ne?!
Neyi çok iyi bilebilirim ki?
Kötü biri değilim.Ama olacağım eminim.Çünkü hayatı sevmek onun gibi olmaktır.Sonuçta kaybedersin.
Bile bile.

Güzel olanı sevmek zorunda mıdır insan?Güzel..Ben güzel miyim? Hayatım güzel mi benim? Beni parçalara ayırmasına rağmen neden ona dört elle sarılıyorum her defasında? Neden beni tıktığı o rezil delikte ışığın girdiği o küçük çatlağı bulmaya çalışıyorum? Nasıl olsa yine o kazanacak.
Hiç kimse hayatı sevmez.
Evet insan güzel olanı sever.
Hayat çok çirkin.Bir dakika..o zaman ben niye onu seviyorum? O çatlak var ya hani, artık umut mu dersin, onu bulacağına inanmaktır güzel olan.Bu durumda hayat bana güzel ya da ben insan değilim, bilmiyorum.